Asiller balosunun uğultusu, salonun ışıklarıyla beraber çıkarken dışarıya, hani her şairin dem vurduğu o soğuk kaldırımda oturmuş içiyorum şarabımı. Bir tek karşı kaldırımdaki kedi farkımda. Bir kedinin gözlerine bakıp sırıtsam da biliyorum nankörlük asaletini bırakmazsın sen ona asla. Bak işte yine sonbahar. Yine en değerli hediyemi bıraktınız bana. O bomboş sokaklar ve rüzgarda uçuşan yapraklar. Üstünde oturduğum yer kürenin farkındayım hani o yüzden üşümüyorum bu taş sokaklarda. Kahkahalarınız acıtsa da kulaklarımı, göz kapaklarımı kapatınca dinliyorum size ait olmayan dünyamı. Bir yudum şarap ve kapalı göz kapakları...
Bir yutkunma süresinde siz de dahil atalarınıza sövecek kadar zamanım oluyor. Her bir yutkunuş beş yüz yıl yetiyor bana. Halbuki bazılarınızın kahpeliği ecdadından gelmiyor hani. Ne çok utanan var... Işıltılı "yalan" sevgi ve sözcüklerinizle, cehennemin parıltısı aydınlatıyor üzerinizi gece gece... Yazık ki o aydınlatmanın parıltısına kanmışsınız... Namlunun ucuna sürülen mermi gibi sevdalarınız. Çok gürültülü ama anlık. Attığınız mermilerin sizden gidişini buradan seyretmek ne acı. Yaradan o silahı neden elinize vermiş ki... Aklınız olsa sevdanızı kalbinize sıkardınız... Namlunun ucundan gökyüzünü seyretmek ne acı. Çevir de kalbini göreyim.
Ulan zerre yürek yok sizde...
Kalk Karabaş, gel tekir, bunların hepsi kahpe...
29 Eylül 2017 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder